Psikanaliz Araştırmaları Derneği

Tebdil-i Kıyafet Olarak Kadınsılık

09/04/2023 Joan Riviere

Tebdil-i Kıyafet Olarak Kadınsılık

Joan Riviere

Çev.: Özgür Öğütcen

Psikanalitik araştırmanın her alanındaki dönüşüm Ernest Jones’un[1] ilgisini çekti ve son yıllarda bu soruşturmalar yavaş yavaş kadınların cinsel yaşamının gelişimine sıçramış bulunmakta; doğal olarak o bu konuya en önemli katkıyı yapan kişiler arasındadır. Her zaman olduğu gibi o, hâlihazırda sahip olduğumuz bilgiyi aydınlatmaktaki ve aynı zamanda kendi yeni gözlemlerini buna katmaktaki özel yeteneğiyle çalıştığı konu üzerine büyük bir ışık tutmaktadır.

[Jones], Kadın Cinselliğinin Erken Dönem Gelişimi[2] adlı makalesinde kadın gelişimi tiplerinin kabaca bir şemasını tasarlamaktadır; bunu öncelikle heteroseksüel ve eşcinsel olarak bölümlemekte, ardından da eşcinsel grubu kendi içinde iki alt bölüme ayırmaktadır. Jones, kendi sınıflandırmasının kabaca şematik bir doğada olduğunu kabul etmekte ve bir dizi ara tip öne sürmektedir. Benim bugün tartıştığım bu ara tiplerden birisidir. Gündelik yaşamda durmadan karşılaştığımız kadınların ve erkeklerin çoğunun gelişimi heteroseksüel olsa da ayan beyan bir biçimde diğer cinsiyetin özelliklerini sergiledikleri görülmektedir. Bu hepimizin içinde doğuştan var olan çift(e)cinselliğin [bisexuality] bir dışa vurumu olarak değerlendirilmiştir ve psikanaliz, eşcinsel ya da heteroseksüel olarak görünen karakter-özelliklerinin veya cinsel tezahürlerin, çatışmaların etkileşiminin bir son ürünü olduğunu ve zorunlu olarak radikal veya temel bir eğilimin kanıtı olmadığını göstermiştir. Eşcinsel ve heteroseksüel gelişim arasındaki fark, anksiyetenin derecesinden -bunun gelişim üzerinde sahip olduğu etkiden- kaynaklanmaktadır. Ferenczi, benzer bir reaksiyonu davranışta göstermiştir[3], yani eşcinsel erkekler kendi heteroseksüalitelerini yine kendi eşcinselliklerine karşı bir “savunma” olarak abartmaktadırlar. Ben de, erkeksilik için istek duyan kadınlarda, anksiyetenin ve erkekler tarafından cezalandırılmaya dair duyulan korkuların önüne geçmek için, kadınsılığın bir maske olarak takılmakta olabileceğini göstermeye çalışacağım.

İlgilenmek zorunda olduğum belirli tipte bir entelektüel kadındır. Yakın zamana kadar, kadınlar için, entelektüel ilgi alanları neredeyse sadece alenen eril tipteki kadınlarla ilişkilendirilmekteydi ve bu kadınların açıkça bir erkek olma iddiaları ya da istekleri bir sır teşkil etmiyordu. Bu şimdi değişti. Bugün profesyonel işlerde çalışan kadınların çoğunluğunun yaşam tarzlarında ve karakterlerinde daha çok dişil mi yoksa eril mi olduklarını söylemek zor görünüyor. Üniversite hayatında, bilimsel mesleklerde ve işlerde, tam bir dişil gelişimin tüm ölçütlerini dolduran kadınlarla sürekli olarak karşılaşmaktayız. Bu kadınlar mükemmel eş ve anneler, gayet istidatlı ev kadınları; cemiyet hayatını kollayıp, kültürü destekliyorlar; dişil ilgilerden de yoksun değiller, mesela şahsi görünümleri; ve ihtiyaç olduğunda geniş bir akraba ve arkadaş çevresinde hâlâ sadık ve fedakâr bir anne yedeği rolünü oynamaya zaman bulabiliyorlar. Aynı zamanda kendi işlerindeki görevlerini en az ortalama bir erkek kadar yerine getiriyorlar. Bu kadın tipinin psikolojik olarak nasıl sınıflandırılacağını bilmek gerçekten bir muamma teşkil etmekte.

Kısa süre önce, bu türden bir kadının analizi sırasında, bazı ilginç keşiflerle karşılaştım. Az önce verdiğim tanımlamaların neredeyse tamamını doğruluyordu; kocasıyla aralarında çok yakın bir duygusal bağlılık ve ayrıca doyumlu ve sık cinsel zevki içeren mükemmel bir ilişkileri vardı; bir ev kadını olarak kendi becerikliliğiyle gurur duyuyordu. Yaşamı boyunca işinde de önemli başarılar elde etmişti. Gerçekliğe yüksek bir uyum sağlama düzeyine sahipti ve temas hâlinde olduğu hemen hemen herkesle iyi ve ölçülü ilişkiler sürdürmeyi başarmıştı.

Ancak, hayatındaki bazı tepkiler istikrarının göründüğü kadar kusursuz olmadığını gösterdi; bunlardan biri temamı örnekliyor. Bu kadın, temel olarak konuşma yapmayı ve yazı yazmayı içeren bir tür propaganda işinde çalışan, Amerikalı bir kadındı. Topluluk karşısında bir performanstan, mesela bir dinleyici kitlesine konuştuktan sonra, bütün hayatı boyunca, bazen çok ciddi de olan, belirgin bir anksiyete yaşamıştı. Entelektüel ve pratik alanlardaki tartışmasız başarısına ve yeteneğine, tartışmaları ele alma ve izleyici kitlesini idare edebilme kapasitesine vb. rağmen, sonraki gecenin tamamında sinirli ve endişeli olabiliyordu; uygunsuz bir şey yapmış olabilir mi diye kaygılanabiliyordu ve bir yatıştırılma ihtiyacına yakalanıyordu. Bu yatıştırılma ihtiyacı, onu zorlantılı bir şekilde, her fırsatta, biraz olsun ilgi çekmeye ya da katıldığı veya baş figür olduğu konferanstaki bir erkekten ya da erkeklerden iltifat gösterileri koparmaya çalıştığı bir duruma sürüklüyordu ve kısa zamanda bu amaç için seçtiği erkeklerin -çoğu kez onun performansı üzerine olan yargıları gerçekte pek önem taşımayan kişiler olsalar da-, daima aşikâr biçimde baba-figürleri oldukları meydana çıktı. Bu baba-figürlerinde aradığı yatıştırılma açıkça iki türdeydi: ilki, onun performansı hakkında iltifat niteliğinde doğrudan bir yatıştırılma; ikincisi ve daha önemli olanı ise bu erkeklerden gelen cinsel ilgi niteliğinde dolaylı bir yatıştırılma. Daha ayrıntılı bir şekilde söylenecek olursa, performansından sonraki davranışlarının analizi, az ya da çok örtük bir biçimde flört etme ve işve yapma aracılığıyla, onun belirli türdeki erkeklerden cinsel ayrıcalıklar elde etmeye çalıştığını gösterdi. Bu tavrıyla entelektüel performansı sırasındaki bir hayli gayrişahsi ve nesnel tavrı arasındaki olağanüstü tutarsızlık bir sorun teşkil ediyordu.

Analiz, annesiyle olan Oidipal rekabetin aşırı derecede akut olduğunu ve tatmin edici bir şekilde çözümlenmediğini gösterdi. Buna daha sonra tekrar döneceğim. Ama anneyle ilgili çatışmanın yanında, babayla olan rekabet de çok büyüktü. Konuşma ve yazma biçimini alan entelektüel çabası -önce bir yazın adamı olan, sonra da politik hayata atılan- babasıyla belirgin bir özdeşleşmeye dayanmaktaydı; ergenliği babasına karşı bilinçli bir isyankârlıkla, rekabetle ve onu aşağılamayla geçmişti. Kocasını kastre ettiği bu nitelikteki rüyaları ve fantezileri analizde sık sık ortaya çıktı. Epeyce bilinçli rekabet hislerine sahipti ve performanslarından sonra desteklerini almaya çalıştığı “baba-figürleri”nin çoğu üzerinde bir üstünlük iddiası vardı! Onların dengi olmadığı yönündeki her varsayıma acı acı içerliyordu ve onların yargılarına veya eleştirelliklerine tabi olma fikrini (gizlice) reddediyordu. Bu durumda o, Ernest Jones’un taslağını çıkarttığı bir tipe şüphesiz uyuyordu: diğer kadınlara hiç ilgisi olmasa da kendi erkeksiliklerinin erkekler tarafından “tanınma”sını isteyen ve erkeklerle eşit olduklarını ya da başka bir deyişle bizatihi kendilerinin erkek olduklarını iddia eden birinci grup eşcinsel kadınlara. Ancak o hıncını alenen dışa vurmamıştır; herkesin önünde kadınlık durumunu kabul etmiştir.

Analizin belirgin hâle getirdiği, önceden kendisinin gerçekten zar zor fark ettiği takıntılı göz süzme ve işvelerin, analizden sonra aşağıdaki gibi bir açıklaması ortaya çıktı: Bu, entelektüel performansından sonra baba-figürlerinden beklediği misillemeden doğacak anksiyeteyi savuşturmak için bilinçdışı bir girişimdi. Entelektüel maharetinin kamusal olarak başarıyla sergilenmesi, onun babanın penisine sahip olduğunu ve onu kastre ettiğini gösteren bir teşhir anlamına geliyordu. Gösteri bittiğinde ise babanın dayatacağı cezaya dair müthiş bir dehşete kapılıyordu. Besbelli ki ona kendini cinsel olarak sunma çabası, intikamcıyı teskin etmeye doğru atılmış bir adımdı. Daha sonra ortaya çıktı ki bu fantezi, çocukluğunu ve gençliğini geçirdiği Amerika’nın Güney Eyaletleri’ndeki yıllarda da tezahür etmişti; eğer bir zenci ona saldırmak için gelirse onun kendisini öpmesini ve kendisiyle cinsel ilişkiye girmesini sağlayarak kendini korumayı planlamaktaydı (sonunda bu nedenle onu adalete teslim edebiliyordu). Ama bu obsesif davranışın başka bir belirleyicisi daha vardı. Bu çocukluk fantezisine benzer içerikte olan bir rüyasında, evde yalnızken dehşet içindeydi; sonra bir zenci geliyor ve onu çamaşırlarını yıkarken buluyordu, bu sırada kolları sıvanmıştı ve omuzları görünüyordu. Adama direniyor, bir taraftan da onu cinsel olarak baştan çıkarmak için gizli bir istek duyuyordu; adam onun omuzlarını çok beğeniyor, göğüslerini ve omuzlarını okşuyordu. Bunun anlamı annesini ve babasını öldürdüğü ve her şeyi kendisi için aldığıydı (evde yalnız oluşu); anne-babasının öç almasından dehşete kapılmıştı (pencereden gelecek silah seslerini beklemesi) ve kendisini bir hizmetçi rolü (çamaşırları yıkamak) alarak savunuyordu; kiri ve teri, suçu ve kanı, başarıyla elde ettiği her şeyi yıkayarak çıkarıyordu ve kendisi ise sade bir kastre kadın olarak “kılığını değiştiriyordu”. Bu aldatıcı görünümün içinde, erkek onda, ona saldırmasını ve geri almasını gerektirecek çalıntı bir mal bulamıyordu; hatta onu bir aşk nesnesi olarak çekici buluyordu. Bu nedenle zorlantının amacı, sadece adamda kendisine yönelik arkadaşça hisler uyandırarak yatıştırılmayı güvenceye almak değildi; en başta, suçsuz ve masum kılığına girerek güvenliğinden emin olmaktı. Bu onun entelektüel performansının zorlantılı bir şekilde tersine döndürülmesiydi ve ikisi bir arada bir obsesif edimin “çifte-eylem”ini [double-action] oluşturuyordu, tıpkı dönüşümlü olarak eril ve dişil etkinliklerden müteşekkil bir bütün olan hayatı gibi.

Bu rüyadan önce, insanların felaketten kaçınmak amacıyla yüzlerine maskeler taktıkları rüyalar görmüştü. Bu rüyalardan birinde bir tepenin üzerindeki çok yüksek bir kule aşağıdaki köyün sakinleri üzerine doğru devriliyor ve çöküyordu ama insanlar maske takıyorlar ve yaralanmaktan kurtuluyorlardı!

Bu nedenle hem sahip olunan erkeksiliği gizlemek hem de sahip olunduğu fark edildiği takdirde gelmesi beklenen misillemeye meydan vermemek amacıyla, kadınsılık, bir maske olarak kullanılabilmektedir -tıpkı bir hırsızın herhangi bir çalıntı mala sahip olmadığını kanıtlamak için ceplerini boşaltması ve üzerinin aranmasını talep etmesi gibi. Şimdi okuyucu bana hakiki kadınsılıkla “tebdil-i kıyafet” [masquerade] arasındaki hattı nerede çizdiğimi ya da kadınsılığı nasıl tanımladığımı sorabilir. Şu var ki benim teklifim ikisinin arasında herhangi bir fark olmadığıdır; ister kökensel ister yüzeysel olsun, ikisi aynı şeydir. Bu sözü geçen kadında kadınsılık kapasitesi mevcuttu -ve hatta büsbütün eşcinsel bir kadında bile bunun var olduğu söylenebilir- ama sahip olduğu çatışmalar nedeniyle bu kadınsılık onun asli gelişimini temsil etmiyordu ve bunu cinsel zevkin birincil bir yolu olmaktan daha ziyade anksiyeteden kaçınmakta bir araç olarak kullanıyordu.

Kısa kısa ayrıntılar vererek bunu açıklayacağım. Geç evlenmişti, 29 yaşında; kızlığının bozulması konusunda çok büyük bir anksiyetesi olmuştu ve evliliğinden önce kadın bir doktora giderek gergin olan kızlık zarını kestirmişti. Onun evlilik öncesi cinsel ilişkiye dair tutumu, bazı kadınların yaşadığını bildiği keyfi, doyumu ve tabii ki orgazmı elde etmeye ve deneyimlemeye yönelik bir kararlılıktan oluşmuştu. Aynen erkeklerde olduğu gibi iktidarsızlıktan korkuyordu. Bu kısmen frijit olan bazı anne-figürlerine üstün gelmeye dair bir kararlılıktı, ama bu kararlılığın daha derin bir düzeydeki belirleyici ise erkek tarafından yenilgiye uğratılmaktı.[4] Aslına bakılırsa, cinsel zevki doyurucu ve sıktı ve tam bir orgazmla sonuçlanıyordu; fakat şu ortaya çıktı ki getirdiği doyumun doğasında salt bir hazzın ötesinde, yatıştırılma ve kaybedilmiş olanı eski hâline getirme arzusu vardı. Erkeğin aşkı ona özgüvenini geri veriyordu. Analiz sırasında, kocasına karşı olan düşmanca ve kastre edici itkilerine ışık tutma sürecinde iken, cinsel ilişki için duyduğu arzu bir hayli azaldı ve belirli bir dönem görece frijit oldu. [Analizde] kadınsılık maskesi soyuluyor ve o ya kastre (ölü gibi, haz almaktan aciz) ya da kastre etmek isteyen (bu yüzden penisi almaktan veya onu hazla karşılamaktan korkan) bir kadın olarak ortaya çıkıyordu. Bir zamanlar, kocasının başka bir kadınla bir süreliğine bir gönül ilişkisi varken rakip kadın hususunda kocasıyla çok yoğun bir özdeşleşmeye sahip olduğunu sezmişti. (Kendinden küçük kızkardeşiyle ergenlikten önce olandan bu yana) hiç eşcinsel deneyimi olmaması çok çarpıcıydı ama analizde anlaşıldı ki bu eksiklik çok yoğun orgazmların eşlik ettiği ve sıkça ortaya çıkan eşcinsel içerikli rüyalarla gideriliyordu.

Gündelik yaşamda insan kadınsılık maskesinin acayip biçimler aldığını gözlemleyebilir. Tanıdığım çok yetenekli ve hamarat bir ev kadını var ve kendisini tipik olarak eril meselelerle meşgul ediyor. Ama bu kadın, eve herhangi bir inşaat ustası ya da döşemeci çağırıldığında adamdan bütün teknik bilgisini saklama yönünde bir zorlantıya sahip ve bu işçi adama itaat ediyor, kendi önerilerini -sanki bunlar “kazara aklına gelmiş tahminlermiş” gibi- masum ve basit bir minvalde yapıyor. Hatta -gerçekte gözünün yaşına bakmadığı- kasap ya da fırıncı karşısında bile metanetli bir açıksözlülüğü alenen kaldıramadığını bana itiraf etti; kendisini “rol kesiyor” gibi hissetmekteydi; cahil, salak ve şaşkaloz bir kadın; suretini takınıyor, buna rağmen sonunda daima kendi bildiğini okuyordu. Bu kadın hayatındaki diğer bütün ilişkilerde cana yakın, işinin ehli, bilgili ve kültürlü bir hanımefendidir ve kendi işlerini herhangi bir hile olmadan duyarlı ve akılcı davranışlarla idare edebilen birisidir. Bu kadın şu anda elli yaşında ama bana genç bir kadınken kapıcı, odacı, taksici, esnaf türünden adamlarla ya da diğer potansiyel düşman baba-figürleri olan doktorlar, müteahhitler ve avukatlarla birlikteyken ne kadar büyük bir anksiyete yaşamış olduğunu anlattı; ayrıca, bu türden erkeklerle sık sık ağız dalaşına giriyor ve münakaşalar yaşıyormuş, bu erkekleri kendisini dolandırmakla suçluyormuş vb.

Gündelik hayattaki gözlemlerden bir başkası ise akıllı bir kadın, eş ve anne olan, ve anlaşılması zor, kadınların nadiren ilgisini çeken bir konuda üniversitede ders veren bir vakadan oluşuyor. Bu kadın öğrencilere değil ama meslektaşlarına ders anlattığında, özellikle dişil kıyafetler seçmekteydi. Bu durumlardaki davranışında belirgin olarak uygunsuz olan bir nitelik daha vardı: Uçarı ve şakacı oluyordu ve bu da kat be kat yoruma ve azarlamaya yol açıyordu. [Bu kadın] kendi erkeksiliğini erkeklere sergilediği bu durumu bir “oyun”, gerçek olmayan bir şey, bir “şaka” olarak ele almak zorunda olduğunu hissetmektedir. Kendisini ve anlattığı konuyu ciddiye alamamaktaydı, kendisini gerçekten erkeklerle eşit koşullarda düşünememekteydi; dahası bu uçarı tavırları kendi sadizminin ve bu sadizmin neden olacağı saldırının gözünden kaçmasına izin veriyordu.

Daha başka pek çok alıntı yapılabilirdi; benzer bir mekanizmaya açık eşcinsel erkeklerin analizinde de rastladım. Eşcinsel aktiviteleri ikinci planda yer alan, çok ciddi ketlenmesi ve anksiyetesi olan böyle bir erkekte cinsel hazzın en büyük kaynağı özel koşullar altında (yani belirli bir şekilde giyinmiş hâlde aynada kendine bakarken) bilfiil mastürbasyon yapmaktı. Saçlarını ortadan ayırmış ve boynuna bir fiyonk takmış hâldeyken kendisine baktığında bir uyarım ortaya çıkıyordu. Bu sıradışı fetişlerin kendisinin kızkardeşi olarak kılık değiştirmiş temsili olduğu ortaya çıktı; ortadan ayrılmış saçlar ve fiyonk kızkardeşten alınmıştı. Bilinçli girişimi bir kadın olma arzusuydu, ama erkeklerle açık ilişkileri hiçbir zaman istikrarlı olmamıştı. Bilinçdışı olarak eşcinsel ilişkilerinin tamamiyle sadistik ve eril rekabete dayalı olduğu meydana çıktı. Sadistik düşlemler ve “bir penise sahip olma” [arzusu] ancak bunlardan duyulacak kaygının yatıştırılmasını sağlayacak olan, güvenli bir biçimde “kadın kılığına bürünmüş olduğu” aynanın varlığında yerine getirilebiliyordu.

İlk tanımladığım vakaya dönelim. Oldukça açıktır ki bu kadın, görünüşte doyumlu olan heteroseksüalitesinin altında kastrasyon kompleksinin bildik dışa vurumlarını sergiliyordu. Oidipus evresindeki kastrasyon kompleksinin kaynaklarını diğerleri arasında ilk ortaya koyan [Karen] Horney’dir; benim inancım, kadınlığın maske olarak ele alınmasının kadın gelişiminin analizinin bu yönüne çok katkı sağlayabileceği şeklindedir. Bu görüşün ardından şimdi bu vakadaki erken dönem libido-gelişiminin taslağını çıkaracağım.

Ama bundan önce kadınlarla olan ilişkileri üzerine birkaç şey söylemeliyim. Güzel görünen ya da entelektüel iddiaları olan hemen her kadına bilinçli bir rekabet duymaktaydı. Ondan çok şey yapan her kadına karşı yaşadığı böbürlenme ve nefret patlamalarının farkındaydı, ama kadınlarla kalıcı ve yakın ilişkiler söz konusu olduğunda her şeye karşın çok doyumlu bir karşılıklı ilişki tesis edebilme yeteneğindeydi. Bunu bilinçdışı olarak, neredeyse tamamen kendisini onlardan üstün hissetme vasıtasıyla yapıyordu (kendinden aşağıda hissettikleriyle ilişkileri daima mükemmeldi). Bir ev kadını olarak yeterliliğinin temeli çoğunlukla burada yatıyordu. Bu sayede annesini gölgede bırakıyor, onun onayını kazanıyor ve rakip “dişil” kadınların arasındaki üstünlüğünü kanıtlıyordu. Şüphesiz ki entelektüel başarıları da bir dereceye kadar aynı amaca sahipti. Bunların tümü annesine karşı olan üstünlüğünü kanıtlıyordu; kadınlığa eriştiği zamandan beri diğer kadınlarla olan rekabeti, konu güzellikten ziyade entelektüel şeyler olduğunda, daha şiddetli olabiliyordu çünkü güzellik söz konusu olduğunda çoğunlukla aklının üstünlüğüne sığınabiliyordu.

Analiz, hem erkeklere hem kadınlara karşı olan bütün bu tepkilerin kökeninin oral-ısırma sadistik evresi boyunca ebeveynlere duyulan tepkide yattığını gösterdi. Bu tepkiler, Melanie Klein’ın 1927’deki Kongre makalesinde[5] ortaya attığı fantezilerin biçimini almaktaydı. Oral terimler içinde yorumlanan ilk sahne deneyimleri ile birlikte emme veya memeden kesme sırasındaki hayal kırıklığının ya da früstrasyonun sonucu olarak her iki ebeveyne karşı çok yoğun bir sadizm gelişmektedir.[6] Annenin meme başlarını ısırarak koparma arzusu, anneyi tahrip etme, onun barsaklarını çıkarma ve onu ve bedeninin tüm içeriğini yiyip bitirme hırsı bunu izlemektedir. Bunun muhteviyatı babanın penisini, annenin dışkısını ve çocuklarını -onun bedeninin içinde olduğu düşlemlenen tüm sahip olduklarını ve sevgi-nesnelerini- içermektedir.[7] Bildiğimiz gibi meme başını ısırarak koparma arzusu, babanın penisini ısırarak koparıp onu kastre etme arzusuyla da yer değiştirmektedir. Bu aşamada her iki ebeveyn de rakiptir, ikisi de arzulanan nesnelere sahiptir; sadizm her ikisine karşı yönlendirilmiştir ve her ikisinden gelebilecek intikamdan korkulmaktadır. Ama, kızlarda her zaman olduğu üzere, anne en nefret edilendir ve bunun sonucunda da en çok korkulandır. Anne, kızının suçuna uygun cezayı infaz edecektir -kızın bedenini, güzelliğini, çocuklarını, çocuk sahibi olma kapasitesini tahrip edecek, onu sakatlayacak, yiyip yutacak, ona işkence edecek ve sonunda da onu [kızı] öldürecektir. Bu dehşet verici badirede kızın tek güvencesi annenin gönlünü almakta ve suçunu telafi etmekte yatmaktadır. Anneyle girdiği rekabetten mutlak surette çekilmelidir ve eğer yapabiliyorsa çaldığı her neyse onu iade etmeye çabalamalıdır. Bildiğimiz gibi, kendisini babasıyla özdeşleştirmektedir; zira bu şekilde elde ettiği erkeksiliği annesinin hizmetine sunarak kullanmaktadır. O [analizan kadın] babasıdır ve onun yerini almaktadır; bu sayede babasını annesine “iade edebilmektedir”. Hastamın hayatındaki pek çok tipik durumda bu konum oldukça netti. Müthiş pratik yeteneğini güçsüz ve yardıma ihtiyacı olan kadınlara yardım etmekte ya da onları desteklemekte kullandığında memnun oluyordu ve rekabet çok güçlü bir şekilde zuhur etmediği müddetçe bu tutumu başarıyla sürdürebiliyordu. Ama bu tazmin sadece ve sadece bir durumda yapılabiliyordu; bundan kendi de bolca şükran ve “tanınma” şeklinde bir geri dönüşü mutlak surette elde etmeliydi. Arzuladığı tanınmanın kendisini paraladığı için ona borçlu olunduğunu farz ediyordu; bilinçdışı olarak, sahip olduğu penisin geri verilmesinin üstünlüğünün tanınması anlamına geldiğini iddia ediyordu. Eğer üstünlüğü kabul edilmezse rekabeti bir kez daha akut hâle geliyordu; eğer şükran ve tanınma esirgenirse sadizmi bütün gücüyle fışkırıyor ve (tek başınayken) aynı öfkeden kuduran küçük bir çocuk gibi oral-sadistik öfke nöbetlerine maruz kalabiliyordu.

Babaya gelince, ona karşı olan hınç iki şekilde ortaya çıkmaktadır: [1] Baba ilk sahne boyunca çocuğun alamadığı sütü vs. anneden almıştır; [2] aynı zamanda baba ona vereceği yerde penisi ya da çocuğu anneye vermiştir. Bu yüzden babanın sahip olduğu ya da aldığı her şey hasta tarafından ondan geri alınmalıdır; baba da aynı anne gibi kastre edilmiş ve hiçliğe indirgenmiştir. Babasından, asla annesinden olduğu kadar akut olmasa da korkmaya devam ediyordu; çünkü annenin ölümü ve tahribinden dolayı babanın kendisinden (hastadan) alması beklenen bir intikam vardı. Demek ki babanında mutlaka gönlü alınmalı ve doyurulmalıydı. Bu, babası için dişil bir kılığa girerek tebdil-i kıyafet etme aracılığıyla yapılıyordu, böylece babasına yönelik “aşkını” ve masumiyetini gösterebiliyordu. Bu kadının maskesinin, diğer kadınlar için şeffaf olsa da, erkeklerde başarılı olduğunu ve amacını mükemmelen gerçekleştirdiğini söylemek çok önemlidir. Bu yolla bir sürü erkek baştan çıkarılıyor ve bu erkekler ona iltimas ederek arzuladığı güvenceyi vermiş oluyorlardı. Daha derin bir değerlendirme bu türden erkeklerin kendilerinin aşırı-dişil kadından korkan erkekler olduklarını göstermektedir. Bu erkekler, eril özellikleri olan kadınları tercih etmektedirler çünkü onlara göre böyle kadınların kendileri üzerindeki talepleri daha az olmaktadır.

İlk sahnede her iki ebeveynin de sahip olduğu fakat onda olmayan tılsım babanın penisidir; onun öfkesi, korkusu ve çaresizliği de bu yüzdendir.[8] Babayı penisten mahrum edip ona kendisi sahip olarak tılsımı -yenilmez kılıcı, “sadizm organı”nı- elde etmiş olur; erkek (kadının nazik kocası) güçsüz ve aciz hâle gelir ama o, kadınsı itaatkârlık maskesini erkeğe karşı giyerek kendisini hâlâ onun saldırılarına karşı korumaktadır ve bu sahnenin altında, onun pek çok eril işlevini (pratik yeteneği ve idareciliği) -“onun [erkek] adına”- sergilemektedir. Anneyle de aynı şekilde: Onu penisinden mahrum bırakmış, onu tahrip etmiş ve acınacak aşağılık bir duruma indirgemiş olmasıyla onun üzerinde, ama yine gizlice, bir zafer kazanmaktadır; oysa görünüşte “dişil” kadınların erdemlerini kabul etmekte ve onlara hayranlık duymaktadır. Ama kendisini kadının intikamından koruma görevi erkeğin intikamına karşı olandan korumaktan daha zordur; iade etme ve penisi annesinin hizmetinde kullanma yoluyla gönül alma ve onarım çabaları asla yeterli olmamaktadır; bu alet ölümüne çalıştırılmakta ve bazen neredeyse kadının ölümüne çalışmaktadır.

Dolayısıyla bu kadın kendisini her iki ebeveynine karşı olan sadistik öfkesinden kaynaklanan dayanılmaz anksiyeteden, fantezisinde kendisini üstün hâle getirdiği ve ona hiç bir zarar verilemediği bir durum yaratma aracılığıyla koruyordu. Fantezinin özü onun anne-baba-nesneleri üzerindeki üstünlüğüydü; bununla sadizmi doyurulmakta ve onlar üzerinde zafer kazanmaktaydı. Bu aynı üstünlük sayesinde onların intikamından kaçmayı da başarmaktaydı; bunun için kullandığı yöntemler reaksiyon-formasyonlar ve husumetinin gizlenmesiydi. Böylece id-itkilerini, narsisistik egosunu ve süper-egosunu bir seferde ve aynı anda tatmin edebiliyordu. Bu fantezi onun bütün hayatının ve karakterinin temel unsuruydu ve onu mutlak mükemmelliğe taşımaya çok yaklaşmıştı. Fakat bu fantezinin güçsüz noktası -bütün kılıfların altındaki- üstünlüğün zorunlu olduğu megaloman karakteriydi. Analiz sırasında bu üstünlük ciddi biçimde bozulduğu zaman, anksiyete, öfke ve berbat bir depresyon cehennemine düştü; analizden önceki hastalığın içine.

Kendi erkeksiliğinin erkekler tarafından “tanınma”sını amaçlayan, Ernest Jones’un eşcinsel kadın tipi hakkında bir kaç kelime söylemek isterim. Benim tanımladığım vakada olan, aynı ihtiyaç mekanizmazıyla bağlantılı bir tanınma ihtiyacının (verilen hizmetin tanınma ihtiyacı), farklı işlese de, bu tipte olup olmadığı sorusu ortaya çıkmaktadır. Benim vakamda penise sahip olduğunun doğrudan bir tanınması açıkça talep edilmiyordu; (sadece penise sahip olmak bunu olası yapabilse de) tanınma reaksiyon-formasyonlar için ileri sürülüyordu. Bu yüzden, dolaylı olarak da olsa penis için tanınma yine de talep ediliyordu. Bu dolaylılık, bir penise sahip olduğu “fark edilecek”, bir başka deyişle “ortaya çıkacak” korkusundan kaynaklanıyordu. O zaman görülüyor ki, daha az endişeyle, benim hastam da penise sahip oluşunun erkekler tarafından tanınmasını açıkça talep edebilirdi ve aslında gizlice, Ernest Jones’un vakalarında olduğu gibi, bu doğrudan tanınmanın olmadığı ana acı acı içerlemekteydi. Jones’un vakalarında birincil sadizmden daha fazla tatmin elde edildiği açıktır; baba kastredir ve hatta mağlubiyetini kabul edecektir. Ama o zaman bu kadınlarda anksiyete nasıl giderilmektedir? Anne söz konusu olduğunda, tabii ki bu onun varoluşunu inkar ederek yapılmaktadır. Bugüne kadar yürüttüğüm analizlerdeki belirtilerden yola çıkarak değerlendirecek olursam şu sonuçlara varıyorum: İlk olarak Jones’un ima ettiği gibi bu talep, meme başının, sütün, penisin, yani arzu nesnesinin anında kendisine teslim edilmesi şeklindeki orijinal sadistik talebin bir yer değiştirmesidir; ikinci olarak, tanınma ihtiyacı büyük ölçüde suçunun affedilmesi için bir ihtiyaçtır. Şimdi anne arafa sürgün edilmiştir; onunla herhangi bir ilişki olası değildir. Annenin varoluşu inkar edilmiş gibi görünmektedir, hâlbuki hakikatte ise ondan çok korkulmaktadır. Bu yüzden her ikisi üzerinde kazanılmış zaferden duyulan suçluluk sadece baba tarafından bağışlanabilmektedir; eğer baba kızın penise sahip olduğunu kabul ederek onaylarsa kız güvende olacaktır. Kıza tanınma vererek, anneye vereceği yerde penisi ona vermektedir; böylece kız penise sahip oluyordu ve her şey yolundaydı. “Tanınma” daima kısmen de olsa güvence, onay, sevgi demektir; üstelik, bu onu tekrar üstün hâle getirmektedir. Erkek bunun çok farkında olmayabilir ama kıza göre erkek yenilgisini kabul etmiş olmaktadır. Bu yüzden böyle bir kadının babasıyla olan fantezi-ilişkisinin içeriği normal Oidipal olanla benzerdir; fark bunun temelinde sadizmin yatmasıdır. Anneyi gerçekten öldürmüştür ama bu nedenle annenin sahip olduklarından haz almaktan alıkonulmuştur ve babadan alacaklarını hâlâ büyük ölçüde zorla ve sökerek almak durumundadır.

Bu sonuçlar bir kez daha kişinin şu soruyla yüzleşmesini mecbur kılmaktadır: Tam olarak gelişkin bir kadınsılığın özsel doğası nedir? What is das ewig Weibliche?[9] Erkeklerin, arkasında bir takım gizli tehlikelerin bulunduğundan şüphelendikleri, maske olarak kadınsılık kavramı bu muamma üzerine çok küçük bir ışık düşürmektedir. Helene Deutsch’un ve Ernest Jones’un söyledikleri üzere, tam olarak gelişkin bir kadınlık oral-emme evresi üzerine kurulmuştur. Birincil bir düzendeki temel doyum babadan (meme başını, sütü) penisi, semeni, çocuğu almaktadır. Geriye kalanı reaksiyon-formasyonlara bağlıdır. “Kastrasyon”un, tevazunun, erkeklere hayranlığın kabulü, kısmen, oral-emme düzlemindeki nesneye fazla değer verilmesinden gelmektedir ama başlıcası sonraki oral-ısırma evresinden kaynaklanan (daha az yoğunluktaki) sadistik kastrasyon-isteklerinden feragatten kaynaklanmaktadır. “Kesinlikle almamalıyım, hatta sormamalıyım bile; mutlaka o bana verilmeli.” Kendini adama, özveri ve fedakarlık kapasitesi -ister anneye ister baba figürlerine yönelik olsun- onlardan ne aldıysa bunu onarma ve iyileştirme çabalarının ifadesidir. Bu, Radó’nun en yüksek derecede “narsisistik güvence” dediği şeyle aynıdır.

Tam bir heteroseksüalitenin edinilmesinin tam bir genitalliğin edinilmesiyle nasıl örtüştüğü açık hâle gelmektedir. İlk kez Abraham’ın söylediği üzere ve bir kez daha gördüğümüz gibi genitallik çift(e)-değerlilik sonrası [post-ambivalent] bir durumun edinilmesi anlamına gelmektedir. Hem “normal” kadın hem de eşcinsel kadın babanın penisini arzulamakta ve früstrasyona (ya da kastrasyona) karşı isyan etmektedir; ama bu iki kadın arasındaki farklılıklardan biri sadizmin derecesinde ve bununla ve her iki kadın tipinde de bundan doğan anksiyeteyle baş etme gücünde yatmaktadır. 

Dipnotlar

* Joan Riviere’in 1929 yılında yayınlanan orijinal makalesinin adı “Womanliness as a Masquerade”dir. Makalenin adında geçen “masquerade” kelimesinin Türkçe’ye nasıl çevrilebileceği konusunda, dergi yayın kurulu olarak aramızda verimli tartışmalar yaşandı. Makalenin çevrilmesi sürecinde öncelikle bu kelimenin “maske” olarak çevrilebileceğini düşündük ama metnin içinde doğrudan doğruya “mask” kelimesi geçtiği için bu fikirden uzaklaştık. Daha sonra gelen öneriler arasında (şu anda makalenin başlığı olan) tebdil-i kıyafet, maskeli balo, maskaralık ve hiç çevirmeden “masquerade” şeklinde bırakmak vardı. Ama metnin tümü okunduğunda görülecektir ki içerdiği kılık değiştirme ve bunun sonucunda bir şeyleri gizleyebilme ve oluşan yeni durumun etkin doğasını işaret edebilmesi açısından “tebdil-i kıyafet” karşılığı en uygunudur. Ama diğer seçeneklerin de bir şeyi gizleyip arkasında bir şey olduğunu ima etmeleri açısından görevlerini yerine getirmekten geri durmadıklarını teslim etmeliyiz. Sonuçta her çeviri, orijinalinden bir şeyleri çıkartmak olarak düşünülebilir ama aynı zamanda ondan yeni çevrildiği dilde yeni anlamlar üretmesini beklemek de haksızlık olmaz. [ç.n.]

[1] Ernest Jones, Riviere’in ilk analistidir. Jones ve analizanı Riviere arasındaki psikanaliz sürecinin eleştirel bir değerlendirmesi için Stephen Heath’in Joan Riviere and the Masquerade adlı makalesine başvurulabilir. Heath, S. (1986). Joan Riviere and the masquerade. V. Burgin, J. Donald, C. Caplan (Haz.). Formations of Fantasy içinde, (s. 35-44). Londra: Methuen. [ç.n.]

[2] Jones, E. (1927). The early development of female sexuality. International Journal of Psychoanalysis, 8, 459-472. Jones, E. (1948). Papers on psycho-analysis. Londra: Ballière, Tindall & Cox içinde tekrar basılmıştır.

[3] Ferenczi, S. (1916). The nosology of male homosexuality (homo-erotism). (E. Jones, Çev). Contributions to Psycho-analysis içinde, Bölüm XII. Londra: Hogarth Press.

[4] Bu tutuma çeşitli kadın analizanlarda rastladım ve (beş vakanın) neredeyse hepsinde kendi isteğiyle kızlığını bozdurma bulunmaktaydı. Freud’un bahsettiği “bekaret tabusu” göz önünde tutulursa bu sonuncu semptomatik edim yol göstericidir.

[5] Klein, M. (1928). Early stages of the oedipus conflict. The International Journal of Psychoanalysis9,167-180. Türkçesi: Oidipus çatışmasının erken dönemleri. (İ. Anlı, Çev.). Sevgi, suçluluk ve onarım içinde, (s. 143-151). İstanbul: Kanat Kitap.

[6] Jones, E., a.g.e.’de s. 469, kadınlardaki eşcinsel gelişimin merkezi unsuru olarak oral sadistik evredeki bir yoğunlaşmayı önemsemektedir.

[7] Bu nokta iddiamla ilgili çok elzem olmadığından, çocuklarda ilişkinin daha ileri gelişimiyle ilgili bütün referansları dahil etmedim.

[8] Cf. Searl, M. N. (1929). Danger situations of the immature ego. International Journal of Psychoanalysis, 10, 423-435.

[9] Orijinal metinde de bu cümlenin bir kısmı Almanca olarak yer almaktadır. [Ç.n.]